Hatirladigim ilk tatil koyu deneyimim 1993 yılında balayı için gittiğimiz Simena tatil köyü idi. Hem ilk olması hem balayı nedeni ile orda olmak hem de haziran ayında yani cehennem sıcakları başlamadan gittiğimiz için olsa gerek o zaman çok hoşuma gitmişti.
Daha sonra 93-99 yılları arasında hem tatil amaçlı hem de bilimsel amaç güden! yerli kongrelerin buralarda yapılmasi nedeni ile her yıl 1-2 sefer tatil köyü ziyaretimiz oldu. Bunlar içinde en fazla hoşuma giden 3 gün kaldıgımız ve çocuk kabul etmeyen Magic club tatil köyü idi. En son tatil koyu maceramiz ise 17 Ağustos 1999 günü giriş yaptığımız club monaco idi. O tatil bizi korkunç depremi yaşamaktan korudu ama benim için Antalya ve tatil köyü kavramının sonu oldu. O sıcağı yaşadıktan sonra artık tamam dedim. Daha sonraki yaz tatillerimizde sicagi,denizi ve kumu çok sevmesine rağmen Ipek'i de yanimda surukleyip hep yurt disinda yaptik. Hatta yazin avrupa çok sıcak oluyor diye bir seferinde İskandinavya'ya bile gittik.
Yurt dışı tatilleri hem güneydeki bana göre rezil ve fahiş fiyatlı tatil köylerinden çok daha ucuza mal oluyor hem de değişik yerler görme ve değişik kültürler tanima firsatı veriyor. Çocuklar doğana kadar bu böyle devam etti. Birbuçuk yaşına geldiklerinde onlarla beraber ilk kez yurt dışına çıktık ve Avusturya'ya gittik. İlk yaz tatilinde ise yine serin olsun diye İsviçre'ye gitmiştik.
Ancak çocukları deniz ile tanıştırma mecburiyetinden havalar serinleyip okullar açılıp o mahşeri kalabalık evlerine döndükten sonra 2 yıl arka arkaya bir başka sevemediğim yer olan Bodrum'a gitmek durumunda kaldık.
Daha sonra Kanada'ya taşındık ve Güney Türkiye macerası benim için bitti. Fakat aradan 3 sene geçip de hem İpek çok sevdiği deniz,güneş,kum üçlüsünü özleyip hem de çocukların denize girmenin ne demek olduğunu bilmediklerini fark edince artık klasik bir yaz tatili yapma zorunluluğunun doğduğuna karar verdik.
Kanada'da popüler deniz tatili destinasyonlarının başında Karayipler geliyor. Dominik Cumhuriyetinin bir kenti olan Punta Cana bu destinasyonlar içine hem kumsalının güzelliği hem de fiyatlarının avantajı ile öne çıkan bir bölge. Biz de uzun zaman sonra planladığımız ilk deniz tatilinde Punta Cana'ya gitmeye karar verdik. Karayiplerde yaz mevsimi Kasım sonuna kadar fırtına sezonu olduğundan biraz riskli ancak national hurricane Center web sitesi yakın zamanda fırtına bildirmediği için şanslıyız.Öte yandan Dominik o ünlü fırtınalardan pek etkilenmiyormuş. Montreal Punta Cana uçuşu 4 buçuk saat sürüyor ve hemen hemen bütün şirketlerin direkt uçuşu var. Biz Aircanada ile uçtuk.
Uçakta bizim yerimiz en arkadan 6 ya da 7. Sırada. Iniş sonrası uçağımız park ettikten sonra içinde kapının açılmasını beklerken bir anda arkamdan bir ateş topunun ensemi yaladığını hissettim. Evet uçağın arka kapısı açılmıştı ve ben uzun süredir yaşamadığım o korkunç sıcak ve nem kabusu ile yeniden bir araya gelmiştim.
Havaalanı çatısı kuru palmiye yapraklarından yapılmış,etrafı açık kocaman bir klübe gibi. Aynı anda inen 7-8 uçak nedeni ile çok kalabalık. Ülkeye giriş için 10 dolar değerinde turist
kartı almanız gerekli. Aircanada uçakta bize bu kartları dağıttığı için biz ayrı bir hattan pasaport kontrolü sırasına girdik ama görevliler kart sırasında bekleyenler ile pasaport sırasında bekleyenleri birleştirince ortalık bir anda ana baba gününe döndü.Pasaport kontrolü oldukça uzun sürüyor. İnsan turist olarak gelen bunca kişiye neden bu şekilde muamele edildiğini anlamakta güçlük çekiyor. Normalde Türk pasaportuna vize olmaması gerekli ama kadin bize Kanada PR kartımızı sordu. Eğer o kartlarımız olmasaydı sorun yaşarmıydık bilmiyorum. Pasaport kontrolünü geçip bagajları almaya gidince Türkiye'den alışkın olduğumuz bir durumla karşılaştık. Havaalanında görevli olup olmadığını bile bilmediğim birisi elimizden valizleri kapıp transfer deskine ve otobüse götüreceğini söyledi. Buna karşılık ben de hiç bozuğum omadığını ve bahşiş veremeyeceğimi söyleyince bozuldu ama valizleri otobüse kadar taşıdı.
Görevliler check-in için gerekli belgeleri otobuste doldurturttuğu için otelde sıra beklemeyeceğiz. Gittiğimiz resort aynı gruba ait 6 otelden oluşan 4000 odalı dev bir tesis.
Havaalanı otel arası yaklaşık 30 dakika sürüyor. Yolculuk sırasında bazı kasabalardan geçiyorsunuz ve ülkenin ne kadar fakir olduğunu fark ediyorsunuz. Genel uyarı otelden dışarı pek çıkmamanız yönünde. Otel ile dışarıdaki dünya arasında hiç alaka yok. Suç oranı ülke geneline göre Punta Cana gibi turistik bölgelerde daha düşükmüş. Bunu sağlamak için özel turizm polisi kurmuşlar.
Yolculuk sırasında lokal rehberler kısa bilgiler veriyorlar. Bu lokal rehberler dünyanın her yerinde aynı şekilde davranıyorlar sanırım. Avaz avaz bağırıp hoşgeldiniz burada çok eğleneceksiniz anlamına gelen yapmacık sözler ve tavırlar dünyadaki bütün bu tarz tatil beldelerinde standart olsa gerek. Bu anlamda Punta Cana ile Antalya bana kardeş şehirlermiş gibi geldi.
Otobüste ve her yerde yapılan uyarıların en önemlisi musluk suyunu ağzınıza sürmemeniz,dişlerinizi bile kapali şişe suyu ile fırçalamanız gerektiği.
Saat 3:30 da odamiza yerlestik. Bunca zaman sonra duvarlari kağıt gibi ince alçıpan olmayan beton bir odada kalmak tuhaf geldi.Zaman kaybetmeden mayolari giyip plaja dogru yola koyulduk.
Bizim odamiz resepsiyonun hemen yaninda. Odalar ile plaj ve ana havuz kompleksi arasında tren dedikleri araçlar çalışıyor. Yürümemek için bu trenlere binmek gerekli. Yaklaşık her 50-60 metrede bir durak var. Bizim odamiz ile plaj arası 5 durak. Otelin içinde sürekli bu tür motorsiklet, kamyonet tarzı bir araç trafiği var ve oldukça hızlı kullanıyorlar. Arda'nın dikkatini çektiği üzere trafik ışığı da yok!
Ana havuz kocaman ve hemen arkasında muhteşem bir plaj ve okyanus var
Deniz dalgalı ve kıyıdan 2 metre sonra derinleşiyor. Içinde çok insan olmasına rağmen öyle açılıp yüzen yok. Ama yine de çok zevkli. Alp ile Arda dalgalarla oynamayi çok sevdiler. Hem denizin içinde yükselip alçalmak hem de kıyıya vuran dalgaların üzerinden atlamak çok hoşlarına gitti.
Biraz kumsalda uzanıp okyanus ile oynadıktan sonra havuz tarafına geçtik ve günü havuzda tamamladık.
Gittiğimiz ilk gün Galatasaray-Fenerbahçe süper kupa finali vardı ve ben formam ile dolaşıyordum. Akşam üzeri birisi formammı gösterip en büyük cim bom 1-0 yendik deyince keyfime diyecek yoktu.
Akşam yemek öncesi alakart restoranlar için rezervasyonlarımızı yaptırdık. Japon, italyan, ispanyol ve akdeniz restoranlarını seçtik. Akşam üzerleri yemek öncesi mojito ise klasiğimiz oldu.
Genel açık büfe şeklindeki restoranda servis edilen yemekler konusunda Ipek de ben de aynı fikirdeyiz. Çok lezzetli degiller ama çok çesit var. Zaten binlerce kişinin olduğu herşey dahil sisteminde nasıl lezzetli bir yemek beklentiniz olabilir ki? En azından bütün tatil köylerinde olduğu gibi her akşam ayrı bir konsept ve değişik tatlar deneme şansı var ve o yüzden ben mutluyum. Üstüne üstlük ben bugüne kadar ıstakoz veren bir açık büfe görmemiştim. Nasıl ve ne zaman olduğunu anlamadığım şekilde ıstakoz fanatiği olan Alp doğal olarak bu işe çok sevindi ben ise bugüne kadar yemediğim kadar lezzetli mango ve diğer yerel meyveleri bol bol tükettim. Deniz ürünlerine neredeyse doyduğum açık büfe restoranda, karides olmayan bir günde makarna bölümündeki aşçı bana tezgah altından karides gösterip 5 dolar verirsem onları pişireceğini söyledi. Geri kalmış ülkelerde uyanık geçinenler bol oluyor.
Alakart restoranlardan Japon çok kötüydü. Aynı akşam ana restoranda çıkan Sushi bile daha başarılıydı. Ispanyol restoranını beğendik hem daha şık hem servis hem de yemekler daha iyiydi. Akdeniz restoranında klima olmadığı için ben sevmedim ama yemekler fena değildi. Gittiklerimiz içinde en güzeli Italyan restoranı idi. Hem yemekler çok güzeldi hem de split klima karşısında oturulduğu için tam bana göre serindi.
Gündüzleri havuz kenarında değişik hayvanlar ile fotoğraf çekiyorlar. Alp ile Arda bu renkli papağanlar ile poz verdiler.Benzer papağanları sabah erken saatlerde palmiyelerin üzerinde bağırışıp çağrışırken görmek mümkün. Benim gördüklerim ağaçların yaprakları arasında çok iyi kamufle olmuşlardı. Ortalıkta hiç güvercin olmaması fakat güvercin gibi uçuşan papağanlar görmek enteresan.
Tatilin ikinci günü çok sıcaktı. Güneş gözlüğü ile yanmanın sonucu kung-fu panda gibi dolaşıyorum ve bu gozlerim az önce smokin giymiş birini gördü. Burasının pekçok Kanadalı için popüler bir düğün destinasyonu olduğunu biliyorum ama bu mevsimde burda düğün yapan ömrü boyunca unutmaz. Ben olsam kesin kaçmıştım. Sanırım damada eğer yanlış birşey yaparsan hayatını cehenneme çeviririz mesajı vermek istiyorlar. Bu yetmezmiş gibi bir de sabah koşusu yapanlar bile var. Delirmiş olmalılar.

Deniz güneş kum üçlüsü benim için üzerime çevrilmiş bir keskin nişancının göz,gez arpacık üçlemesi kadar korkutucu.
Bize uzun vadeli tatil satmaya çalışan, 21 yıl önce soğuktan bıkıp buraya yerleşmiş Irlandalı, hayalini kurduğun rüya tatilin nedir diye sorduğunda Bahama tatili falan gibi bir cavap beklerken Alaskada gemi turu cevabını alınca bayağı bir şaşırdı. Hele bundan sonra bir daha dünyaya gelirsem kutup araştırmacısı olmak istiyorum dediğimde bana yanlış yerdesin burda ne işin var der gibilerinden bakıyordu.
Alp ile Arda ilk defa bu kadar çok su ile haşır neşir oldular. Deniz dalgalı olduğu için pek keyif alamadılar ama havuzda çok iyi zaman geçirdiklerini zannediyorum. Hele kollukları taktıktan sonra havuza atlamaya bayıldılar. Aqua parktaki kaydıraklardan ise koparamadık bir türlü. Ipek şezlongunda uzanıp bir yandan kitabını okuyup diğer yandan güneşin tadını çıkarırken bense 7 gün boyunca gündüzleri havuzdan dışarı çıkmaya cesaret edemedim. Hatta zaman zaman bu kadar çok suyun içinde kalırsam denizden çıkarılan cesetler gibi şişermiyim diye endişelenmedim değil. İçkileri bile havuz içinde içtim. Alp ve Arda'nın da sürekli bana eşlik ettiğini söylemeye gerek yok sanırım.
Gündüzleri havuz kenarında akşamları da ana gösteri merkezinde yapılan animasyonlar her yerde olduğu gibi hem animatörler hem de seyredenler için çok sıkıcı. Herkes bitse de gitsek havasında. Birtek su jimnastiğinde İpek de dahil herkes eğleniyordu. Animatörler Türkiye'dekiler gibi yapışkan değil.
Havuz kenarında çalan yerel müzik önceleri çok hoşuma gitse de yaklaşık 15 dakika sonra baymaya ve direkt arabesk etkisi yapmaya başladı ama seven seviyor tabii ki.
Otelde hemen her yerde sigara içiliyor. Uzun zamandır bu kadar çok sigara içilen bir ortamda olmamıştık. Çocuklar bile şaşırdılar. Her yerdeki içi kum dolu kül tablalarını gösterip bunlar çok pis. O blow edilen şeyleri atıyorlar dediler. Sigarayı bırakalı sadece 3 yıldan biraz fazla olmasına rağmen bana şu anda çok korkunç geliyor. Dominik purolarına bile bakmıyorum. California'nın plajlarda bile sigarayı yasaklamasını çok taktir ettim. Umarım birgün toptan yasaklanır.
Akşamları insanlar öyle takıp takıştırıp gelmiyorlar lobiye. Markalar savaşı yaşanmıyor. Bunu iki farklı şekilde yorumlamak mümkün: Amerika'lıların takım elbise altına spor ayakkabı giymeleri ile zirveye ulaşan zevksizliklerinin yansıması ya da Türkler'deki akşamları sahneye çıkacakmış gibi giyinerek etrafa hava atma merakınının buraya gelen tatilcilerde olmaması. Burada abartılı giyinen birtek Ruslar var.
Otelde konaklayanların yapabileceği yunuslarla yüzmek, yakındaki bir adaya gitmek gibi pekçok günlük tur var. Biz bunlar içinde helikopter turunu seçtik. Alp,Arda ve ben ilk kez bindiğimiz helikopteri çok sevdik. Sahil şeridini ve otelimizi yukarıdan görmek çok keyifliydi.
Son günümüzde dış kulak iltihabı oldum. Türkiye'deki KBB'ci arkadaşım antibiyotikli damla kullanmamı ve suya girmememi önerdi. Ağrı dışında benim için sorun yoktu ama sanki beni teselli etmek istercesine her yarım saatte bir indiren sağnak yağış İpek ve çocukların havuz keyfini de mahvetti. Neyse ki bu yağmurlar tatilin son gününe denk geldi.
Her güzel tatil gibi bu da çabucak bitti. Dönüş her zamanki gibi hem hüzünlü hem de evimizi özlediğimiz için heyecanlı. Hepimiz bir sonraki tatili sabırsızlıkla bekliyoruz. Bu sefer swimmers ear durumuna yakalanmamak için çok dikkatli olacağız.